Rasulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zaman-ı saadetinden uzaklaştıkça sünnetler örtülmekte, yalanlar çoğaldığı için bid’at yayılmaktadır. Bid’ati yaymak, din-i islâmı yıkmak*tır. Bid’at çıkarana ve işliyenlere hürmet etmek, onları büyük bilmek, İslâmiyetin yok olmasına sebep olur. Bid’at işliyenlere büyük diyen, müslümanlığı yıkmağa yardım etmiş olur.
Salat-ı tefriciye adı ile 4444 tekrarın hiçbir dayanağı aslı astarı yoktur. Bununla ilgili ne ayet ne hadis ne sahabe sözü ne de başka bir delil mevcut değildir. Bu sonradan ortaya atılmış bir bidattir.
Allah Rasulünün bilmediği ve sahabenin hiç duymadığı bir ibadet tarzını yapmak bidatçiliktir. Yüce Allah dinini tamamlamıştır. Kim dinde yeni birşey çıkarırsa o Muhammed s.a.v’in getirdiğini eksik bulmuş, “dininizi tamamladım”(Maide/3.ayet) ayetine de muhalif bir amele yapışmış olur…
Rasulüllah s.a.v şöyle buyurmuştur:
“Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi ise din adına sonradan çıkmış olanlardır. Dine sonradan sokulan her şey bid’attır, her bid’at dalalettir ve her dalalet ateştedir.” (Müslim 867, Nesei 3/188)
“…Yolun en faziletlisi Muhammed’in yoludur. En kötü iş ise sonradan icat edilenlerdir. Her bid’at dalalettir.” (Buhari İtisam 16)
“Hakikat şu ki kim benden sonra terk edilmiş bir sünnetimi ihya eder yerine getirir canlandırırsa, onunla amel eden herkesin ecri ve sevabı kadar o kimseye de sevap ve ecir verilir, hem de onunla amel edenlerin sevabından hiçbir şey eksilmeden… Kim de bir dalalet bid’atı icad ederse onunla amel eden insanların günahları kadar o kimseye günah yükletilir, hem de günahlarından hiç bir şey eskitilmeden.” (Tirmizi, Müslim, Ebu Davud)
Peki ne var bunda insanlar batıl birşey mi yapıyorlar ki derseniz ibadet konusunda bizden daha düşkün ve gayretli olduğu kaçınılmaz olmaz olan ashabın bu nevi durumlar hakkında tavrına bir göz atalım:
Hakem ibnu’l-Mübarek haber verip dedi ki: Bize Amr bin Yahya haber verip dedi ki; babamı babasından şöyle rivayet ederken duydum: babam dedi ki:
“Ebu Musa (Radiyallahu Anh), Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anhuma)’ya şöyle dedi:
−‘Ebu Abdirrahman biraz önce mescidde yadırgadığım bir durum gördüm. Ama yine de Allah’a şükür hayırdan başka bir şey görmüş değilim.’ Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma):
−‘O nedir?’ diye sordu. Ebu Musa (Radiyallahu Anh):
−‘Birazdan mescide gidince göreceksin’ dedi ve şöyle devam etti:
−‘Mescidde halkalar halinde oturmuş ellerinde de çakıl taşları olan bir grup ve bu grubun başında bir adam:
−‘Yüz defa Allah-u Ekber deyin’ diyor, onlarda yüz defa Allah-u Ekber diyorlardı. Grubun başında bir adam sonra:
−‘Yüz defa Lailahe İllallah deyin’ diyor, onlarda yüz defa Lailahe İllallah diyorlardı. Yine grubun başında bir adam:
−‘Yüz defa Subhanallah deyin’ diyor onlarda yüz defa Subhanallah diyorlardı.’ Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma):
−‘Peki, onlara ne dedin?’ dedi. Ebu Musa (Radiyallahu Anh):
−‘Senin görüşünü bekleyerek veya senin emrini bekleyerek onlara hiç bir şey söylemedim’ dedi. Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma):
−‘Onlara kötülüklerini sayıp hesap etmelerini emretseydin ya. İyiliklerinden hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine dair onlara güvence verseydin ya’ dedi. Sonra Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) ile beraber mescide gittik. Nihayet Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) bu halkalardan birine gelip, başlarında durdu ve şöyle dedi:
−‘Bu yaptığınız şey nedir?’ Onlar:
−‘Ya Eba Abdurrahman bu çakıl taşları ile hep beraber Allah-u Ekber, Lailahe İllallah ve Subhanallah deyişlerimizi sayıyoruz.’ dediler. Bunun üzerine Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
−‘Artık kötülüklerinizi sayıp hesap edin! Ben iyiliklerinizden hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine kefilim dedi. Vallahi yazıklar olsun size! Ey ümmeti Muhammed ne çabuk helak oldunuz siz! Nebiniz Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sahabeleri (hayattadır ve) içinizde hala bolca bulunmaktadır. İşte onun elbiseleri henüz eskimemiş, kapları henüz kırılmamıştır. Canım elinde olan Allah’a yemin olsun ki sizler kesinlikle Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in dîninden daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz ki bu imkânsızdır veya büyük bir sapıklık kapısı açmaktasınız.’ Onlar:
−‘Vallahi, Ya Eba Abdurrahman! Biz sadece hayrı elde etmek istedik’ dediler. Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma)’da şöyle karşılık verdi:
−‘Hayrı elde etmek isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyeceklerdir.’ Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
-‘Bir topluluk Kur’an’ı okuyacaklar da (bu okuyuşları sadece dilde kalacak), onların köprücük kemiklerinden ileriye geçemeyecek.’
−‘Vallahi bilmiyorum, belki onların çoğu sizlerdendir.’ Sonra Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) onlardan yüz çevirdi. Amr bin Yahya’nın dedesi Amr bin Selime bundan sonra şöyle dedi:
−Bu halkalardaki insanların genelini en-Nehveran olayında Haricilerin safında bize karşı savaşırken gördük. (Darimi 1/23/210)
Ashabın durumu ortadadır, sahabenin bilmediği Allah rasülünün uygulamasında olmayan şeye karşı tutum da budur. Yukarıdaki sözle bunu çıkaran Ya Allah Rasülünden daha doğru yol üzeredir, çünkü onun bile bilmediği güzel bir ameli işlemektedir(haşa) ya da sapıklık ve bidatin büyüğünü çıkarmış durumdadır.
Kurtubi salat-ı tefriciye diye bir dua tavsiye etmiş midir?
Sorusuna gelince; öncelikle kim olursa olsun; Allah Rasülü Muhammed s.a.v’in getirdiklerinin üzerine yeni bir şey ekleme, çıkarma yetkisi yoktur. Allah Rasülü Muhammed s.a.v bu dini getirmiş, Yüce Allah da onu tamamlamıştır. Rasülüllah s.a.v insanlara bu dinde yapılabilecek tüm ibadet ve Allah’a yakınlaşma ve rızasını elde etme yollarını göstermiştir. Eksiksiz olarak kendisine verilen görevi tamamlamıştır. Buna sünnet diyoruz… Allah Rasülü şöyle buyurmuştur: “Benden sonra din adına çıkan her şey bidat, her bidat sapıklık, her sapıklık da cehennemdedir”
Şu halde diyoruz ki Allah Rasülü’nün uygulamalarına rağmen hiçbir alimin ya da hocanın sözü delil hüccet olamaz ve sayılamaz… Bu İmam Kurtubi ya da İmam-ı Azam da olsa hatta kim olsa böyledir…
İmam Şafi kendisine bir hadis hakkında sahih demesine rağmen “sen ne düşünüyorsun bunun hakkında” diye görüşü sorulunca… Oldukça sinirlenmiş “ Be adam! Sen beni Hıristiyan mı sandın? Sen beni kiliseden çıkarken mi gördün? Sen, benim belime zünnar bağladığımı mı gördün? Hem Rasulullah’tan (as) hadis nakledelim, hem de o görüşe sahip olmayayım, (ona karşı görüş serdedelim) öyle mi?”demiştir. [Süyûtî, Miftâhu’l-Cenneti Fi’l-İhticâci bi’s-Sünneti, 2-3.]
İmam Kurtubi’ye tekrar dönecek olursak, biz imam Kurtubi’nin tab edilmiş nüshalar dahil bütün eserlerine, Mektebetuş Şamile dahil kapsamlı olarak külliyatları bulunan elektronik ortamlara da baktık. Ancak hiçbir eserinde böyle bir tavsiyeye rastlamadık. Biz bunu aksi ispat edilmedikçe Kurtubi’ye atılmış olan iftira olduğunu yineliyoruz…
MUSKA KİTABINDAN DELİL
Evet yanlış duymadınız… “Türkçeye Sırlar Hazinesi” olarak çevrilen cincilerin muskacıların baş ucu kitabı delil ve kaynak olarak verilmiş… İlgili yerdeki iddia şu şekilde geçmektedir:
İmam Kurtubi diyor ki: Kim çok önemli bir işinin olmasını veya devam edip duran bir belanın def edilmesini arzu ediyorsa, bu salat-i tefriciyeyi dört bin dört yüz kırk dört (4444) defa okuyup çok yüksek ahlâkta ve yaratılışta olan Nebiyy-i Zişan Efendimiz’e bununla tevessül etsin. Şübhe yok ki, Allah onun muradının gerçekleşmesi için ona başarılı bir kapı açar ve niyetine göre arzusunu verir. (Muhammed Hakkı b. Ali Nazillili, Hazinetü’l-Esrar ve Celiletü’l-Ezkar, İstanbul, Matbaa-i Âmire, 1891. s. 167-168; Hür Mahmud Yücer, agm, 256-257.)
İddia sahibi Osmanlı’nın tekke ve zaviyelerin bozulmasıyla birlikte yıkılışa geçtiği dönemlerinde yaşamış, Aydınlı Nakşi Şeyhi Muhammed Hakkı… Yazdığı eserden de anlaşıldığı üzere bozulma had safhalara gelmiş insanlara Kur’an-ı öğüt kitabından öteye bir kullanım alanı getirmeye çalışılmıştır…
Ḫazînetü’l-esrâr ve celîletü’l-eẕkâr kitabı içinde Kur’ân-ı Kerîm’Den yola çıkarak hazırlanan muskaların ve bazı sûrelerin esrar ve havvası olduğuna inanılan tılsımlı duaların yer aldığı bir kitap.
Kitapta ilgili yerde malumat direk şeyhlerden nakledilerek kaynak yerine Şeyhim Muhammed Tunusi şunu dedi denilerek ilmi dayanaktan uzak delilsiz mesnetsiz görüşler oldukça fazla verilmiş. Sahihine uydurmasına bakmadan işe yarar üfürükçülükte kullanılır mahiyette her şey derdest edilmiş… Ayrıca kitapta bir hiçbir kaynakta yer almayan Rasülüllah s.a.v’in muska yaptırdığına ve yazdırıp eve bir şeyler astırdığına dair uydurma bilgiler de mevcut…
Kitab’daki ilgili bölüme gelirsek İmam Kurtubi böyle dedi diyerek geçiştirilmiş, hiçbir kaynak gösterilmemiştir. İmam Kurtubi’nin bu sözlerinin yer aldığı bir kaynak da yoktur zaten)
Kitabı Celal Yıldırım Türkçe’ye çevirmiş ki zaten müellifin 4 kitabı (kesin olmayan isnadlarla beraber bu sayı 7 ye çıkabilir) bulunmaktadır. Bugünkü Nakşibendi Şeyhi Mahmud Efendi’nin bile 100’den fazla kitabının hali hazırda yayında bulunduğunu söylersek Şeyh Muhammed Hakkı’nın ilmi derinliği hakkında bilgi vermiş olabilir.
Kitabın bir çok yerinde üzerine yazılıp asılması istenen, vekfler, evlere asılması istenen muskacılara yönelik yazı ve şekiller bulunmaktadır.
Safsatadan ibaret bu kitap zamanımızın cinci ve üfürükçülerinin baş kitabı halindedir. Zaten bu amaçla ticari kaygıyla çevirilen kitaplar arasında yer almaktadır.
Kitabın Türkçesinden çektiğimiz bu bölüm içerik hakkında bilgi vermeye yeterlidir. Her ne kadar, Allah ayet adları geçse de uzmanı tarafından incelenmiş olan bu bölüm için şöyle açıklama getirilmiş: Yukarıda ayetlerden alınan belirli kelimeler var. Bunlarla daha önce cinler hüddamlar tarafından ele geçirilmiş ve ebced hesabı ile isimleri kodlanmıştır. Bunun amacı tayin edilen cinin adının bilinmemesi içindir. Biz bunlara günümüz tabiri ile cinin barkod numarası diyoruz. Malumuzdur ki büyüler de Kuran ayetleri ile yapılmaktadır. Biz Müslüman kardeşlerimize isteyeceklerini Allah’tan istemelerini, tali yolların kendi başlarına zarar açacağının altını çiziyoruz. Gizli ilimlerle uğraştığını sanıp deliren bir çok hastayı şer-i rukye ile biiznillah tedavi etmiş biri olarak bu tür haram olan ve şeriatta dayanağı bulunmayan şeylerden uzak durmaya çağırıyoruz..”
Kitabın ne amaçlarla kullanıldığı da aşağıdaki yazılardan anlamak mümkün..Zavallı insanları belirli vekf ve tılsımlarla kuranı kullanarak elde ettiği cinlerle kandırıp, olaya rahmani süsü verdikleri ortaya çıkıyor…
İşte bu tevhidle alakası bulunmayan, Kuran’ı amacı dışında kullanmayı öğütleyen eser kaynak olmayı değil yakılmayı hakediyor…
Konuya mevzu bahis olan İmam Kurtubi’nin bu nevi bidat anlayışlarına ve Sufilere bakış açısı ortadadır…O Tefsirinde Şarkı söyleme ile ilgili bölümü ele alırken şöyle demektedir:
“İlim adamlarının haram olduğunu söyledikleri şarkı bu hususta meşhur olanların alışageldikleri, nefisleri harekete getiren, hevâ ve kadınlara şevk arzularını uyandıran, yerinde duranı harekete getirip, saklı olanı ortaya çıkartan hayasızca ifadelerdir. Bu tür ifadeler eğer kadınları söz konusu eden, güzelliklerini anlatan şiirler halinde olup sarkan söz ediyor, haramları söz konusu ediyorsa, bunun haram olduğunda (müziksiz de olsa) görüş ayrılığı yoktur. Çünkü boş söz ve yerilmiş olan şarkıcılığın bu olduğu hususunda ittifak vardır.
Sözü geçen bu sakıncalardan uzak ifadelerin yer aldığı nağmelere gelince, sevinç zamanlarında bunun az miktarda olanı caizdir. Düğün, bayram, zor işlere karşı gayrete getirmek gibi haller böyledir. Hendeğin kazılması esnasında söylenen ezgilerle, Enceşe ile Seleme b. el-Ekva’ın ezgileri bu kabildendir. Günümüzde sufilerin bidat olarak ortaya çıkardıkları kaval, tef, vurmalı sazlar ve telli sazlardan oluşan çeşitli şarkı ve çalgı aletlerini dinleme tiryakiliğine gelince; bu haram bir şeydir.(İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 13/519-520.)
Bütün bu delillerden anlaşılıyor ki,
1) Salat-ı tefriciyye Allah Rasülü’nün ve arkadaşlarının bilmediği sonradan yürürlüğe sayı ile 4444’e bağlanan bidat bir ibadet şeklidir. İslam dininde tüm ibadet ve Allah’a yakınlaşma yolları Allah ve Rasülü’nün tekelindedir…
2) Kurtubi de bir alimdir… Alimler hüccet delil olamazlar. Naslar esas alınır. Eğer bu konuda bir şey bulunmazsa şeriatte diğer deliller icma ve kıyas devreye girer ki bütün istinbatlar Kuran ve Sünnet çerçevesinde yapılır… Ancak hemen belirtelim İmam Kurtubi’nin Tefisiri’nden Tezkiresi’ne kadar kitabı hiçbir kitabında bu nevi bir malumat yer almamaktadır. Bunu o yazsaydı ondan da Allah Rasülüne dayandırması istenirdi..
3) Delil iddia sahibine aittir. Eğer Kurtubi bunu yazdı deniyorsa ki altını çiziyoruz hiçbir yerde de bulunmuyor, delillerini ortaya koymaları gerekir.
4) İlimde alimler birbirinde nakilde bulunmuşlardır. Ancak bunu gerçekleştirmeleri içim çağdaş olmaları aynı çağda yaşamaları gerekir. Arada 6 asır var…